The Umbrella Academy 2. Sezon Değerlendirmesi

Gerard Way’in yazdığı, Gabriel Bá’nın çizdiği aynı adlı çizgiroman serisinden uyarlanan Netflix dizisi The Umbrella Academy, bu hafta ikinci sezonuyla izleyici karşısına çıktı. 10 bölümden oluşan The Umbrella Academy 2. sezon, 31 Temmuz’da Netflix’te yayınlandı.

İlk sezonunda, 1989 yılında, aynı gün esrarengiz olaylar neticesinde doğduktan sonra Sir Reginald Hargreaves adlı gizemli bir milyarder tarafından evlat edinilen ve Sir Hargreeves’in The Umbrella Academy adını verdiği akademisinde, süper güçlerini kullanarak dünyayı kurtarmak üzere eğitilen yedi “kardeşin” hikâyesini anlatan dizi, ikinci sezonunda Hargreeves kardeşlerin tuhaf, bir o kadar da eğlenceli hikâyesini anlatmaya devam ediyor.

İlk sezonun sonunda Vanya (Ellen Page)’nın neden olduğu kıyametten kurtulmak için geçmişe dönerken bıraktığımız kardeşler, ikinci sezona da tam olarak buradan başlıyor. Ancak Beş Numara (Aidan Gallagher) yine zaman yolculuğu konusunda sorun yaşadığı için Hargreeves kardeşler kendilerini 1960’ların başında Dallas’ta buluyor. Üstelik geçmişe dönerken hepsi farklı yıllara geldiği için birbirlerinden bir kez daha kopuyorlar ve her biri 1960’ların başında Dallas’ta farklı hayatlar kurmak zorunda kalıyor. Luther (Tom Hopper), sonradan Lee Harvey Oswald’u öldürerek şöhrete kavuşan organize suç lideri Jack Ruby’nin sağ kolu olarak hayatını idame ettiriyor, Ruby’nin isteği doğrultusunda kaçak dövüşlere katılıyor. İlk sezonda babasını memnun etmek, aileyi bir araya toplamak için ne gerekiyorsa yapmaya hazır olan Luther, Dallas’ta geçirdiği yıllarda babasının etkisinden sıyrılıyor sıyrılmasına ama yine kendisine takip edeceği bir otorite figürü buluyor ve bu kez de Ruby’nin kanatları altına sığınıyor. Diego (David Castañeda), her zaman olduğu gibi kahraman olmanın peşinde koşuyor ve zaman çizgisinde büyük etkiler yaratabileceğini bildiği hâlde Kennedy suikastını durdurmaya çalışıyor. Ancak bunu yapmaya çalışırken akıl hastanesini boyluyor. Klaus (Robert Sheehan), kardeşi Ben (Justin H. Min)’in yıllardır yanından ayrılmayan hayaletinin de yardımıyla 60’lı yılların karşı kültür hareketinde benzerlerini gördüğümüz bir nevi “çiçek çocuklar” tarikatı kuruyor ve bu tarikat tarafından bir peygamber olarak görülüyor. Siyah bir kadın olarak 1960’ların Dallas’ına geldiğinde Allison (Emmy Raver-Lampman)’ı ise çok daha farklı bir tablo bekliyor. Amerika’nın Jim Crow yasalarının yürürlükte olduğu karanlık geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalan Allison, siyahların temel insani haklarını elde etmek için mücadele verdiği sivil haklar hareketine katılırken, burada tanıştığı Raymond ile evleniyor. Geçmişe en geç dönenler ise kendilerini 1963 yılında bulan Vanya ve Beş Numara oluyor. Hafızasını kaybeden Vanya, arabasıyla kendisine çarpan Sissy (Marin Ireland) ve ailesinin yanına taşınıyor. Burada Sissy ve eşi Carl’ın oğlu Harlan’a bakıcılık yapan Vanya, kısa süre sonra Sissy ile romantik bir ilişki yaşamaya başlıyor. İkinci sezonda dünyayı tehdit eden kıyameti tetikleyen de bu “yasak” ilişkinin Carl tarafından öğrenilmesi oluyor. Farklı yıllarda farklı hayatlara adım atan Hargreeves kardeşleri yeniden bir araya getiren ise Beş Numara oluyor. İlk sezonda olduğu gibi ikinci sezonda da Hargreeves kardeşlerin kendi sebep oldukları kıyameti durdurmaları gerekiyor. Üstelik yine bunu yapmak için sekiz gün gibi kısıtlı bir süreleri var.

Yeni sezonda 1960’lara dönmeleri, karakterlerin süper güçlerine de yeni anlamlar kazandırıyor. Günümüzde kim oldukları, nereden geldikleri bilindiği için toplum tarafından The Umbrella Academy’ye farklı roller biçiliyor. Toplumdaki yerleri, zamanla şöhretlerini yitirmiş çocuk yıldızlarla benzerlik taşıyor. 1960’larda ise The Umbrella Academy henüz ortaya çıkmadığı için, Hargreeves kardeşlerin sahip oldukları süper güçler farklı anlamlar kazanıyor. Diziye kaynaklık eden çizgiromanda -açıkça belirtilmese de- 1989 yılında esrarengiz bir şekilde doğan 43 çocuğun aslında farklı bedenlerde vücut bulmuş Mesih olduğu ima ediliyor. Hargreeves kardeşlerin ikinci sezondaki yolculuğu ve süper güçlerinden habersiz insanlarla kurdukları ilişki de aslında mitlerde ve dini öğretilerde gördüğümüz mesih anlatılarıyla benzerlikler taşıyor. Kendi tarikatını kurup bir peygamber olarak adeta tapılan Klaus’un hikâyesi bunun en belirgin örneği. Ancak henüz gerçek kimliğinden habersiz hâlde bir çiftlikte yaşayan Vanya’nın, sözleriyle dünyayı değiştirebileceği hâlde insanlar arasında kendisini gizleyip onlarla omuz omuza mücadele vermeyi seçen Allison’ın ve deli zannedilip akıl hastanesine kapatılan Diego’nun hikâyesinde de farklı mesih anlatılarıyla benzerlikler görmek mümkün.

The Umbrella Academy 2. Sezon: Yeni Zaman Çizgisi, Yeni Tuhaflıklar

The Umbrella Academy 2. SezonGerek Hargreeves kardeşlerin kendilerini bulma arayışlarına odaklanması, gerek ekibin kıyameti durdurmak için yeniden bir araya gelmesini anlatmasıyla The Umbrella Academy 2. sezon, aslında ilk sezonun hikâyesiyle büyük benzerlikler taşıyor. Hatta aynı hikâyeyi bu kez geçmişte anlattığını söylemek de mümkün. Ancak ilk sezonun gördüğü ilginin verdiği cesaretten olsa gerek The Umbrella Academy bu kez uyarlandığı çizgiroman serisinin tüm özelliklerini, tuhaflıklarını benimsiyor ve ortaya ilk sezondan çok daha keyifli, çok daha iyi kotarılmış bir ikinci sezon çıkıyor. Vanya’nın sonunda güçlerini kontrol etmeyi öğrenip kardeşleri tarafından benimsenmesinin ve kendilerini yabancı oldukları bir dünyada bulmalarının da etkisiyle Hargreeves kardeşler arasındaki ilişki yeni sezonda daha da güçleniyor. Bunun sonucunda Hargreveesler, tuhaf ilişkileriyle, babalarıyla yaşadıkları sorunlarla, ilginç karakterleriyle Wes Anderson’ın Tenenbaumlar’ının süper güçlere sahip versiyonu olarak tanımlayabileceğimiz, çok daha sevilesi bir aileye dönüşüyor. Hargreeves kardeşlerin hikâyesi yeni bir zaman çizgisinde en baştan yazılırken, The Umbrella Academy de kendisini yeniden keşfetme, ilk sezondaki eksiklerini kapatma şansı yakalıyor ve bu şansı kesinlikle iyi değerlendiriyor.

Marvel ve DC filmlerinin gişede yakaladığı başarı sayesinde son yıllarda süper kahraman anlatısına farklı yorumlar getiren The Boys, Deadpool gibi yapımlar ortaya çıkmış olsa da, uyarlandıkları medyumun özelliklerini tam anlamıyla yansıtan, hatta buna teşebbüs eden çizgiroman uyarlamalarının sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Edgar Wright’ın bir çizgiroman estetiğiyle çektiği Scott Pilgrim vs. the World, Robert Rodriguez’in çizgiroman panellerini beyazperdeye birebir yansıtmaya çalıştığı Sin City ve bir bölümünde karakterlerini çizgiroman panelleri arasındaki beyaz alanın içine gönderen Doom Patrol, bunun ilk akla gelen örneklerinden. The Umbrella Academy, ilk sezonunda olduğu gibi ikinci sezonunda da süper kahraman anlatılarına kayda değer bir yenilik getirme adına önemli bir adım atmıyor belki ama uyarlandığı medyumla –çizgiromanlarla- ilişkisini kuvvetli tutan ender yapımlardan biri olmayı başarıyor. The Umbrella Academy, ikinci sezonunda uyarlandığı eserin tüm tuhaflıklarını benimsiyor ve insan vücuduna entegre edilmiş cam fanus içinde yaşayan A.J. adlı bir Japon balığının zamanın seyrini kontrol eden komisyona liderlik ettiği bir dizi olarak izleyiciye kendisini kabul ettiriyor.

Zaman yolculuğunun, kendini ait olmadığın bir dünyada bulmanın, sürekli ölümle iç içe yaşamanın, sorunlu bir aile içinde büyümenin karakterler üzerinde yaratacağı etkilerin son derece yüzeysel işlenmesi dizinin en zayıf noktalarından biri olmaya devam etse de, kendisini ciddiye almayan yapısı bu eksikliğini mazur görmemize zemin hazırlıyor.

Seyir zevki yüksek olan, fakat bunun ötesinde pek bir şey sunmayan yapımlara imza atması, son dönemde Netflix’e yöneltilen en büyük eleştirilerden biri. Aslında The Umbrella Academy için de aynı tanımlama pekâlâ yapılabilir. Dizinin günümüzün problemleri hakkında kayda değer çıkarımlar yaptığını ya da süper kahraman anlatılarına yeni bir boyut kazandırdığını söylemek mümkün değil. Ancak daha en başta böyle bir dizi olmadığını kabul edip anlatısını buna göre şekillendirmesi, The Umbrella Academy’yi sözünü ettiğimiz eleştirilerin odağında yer alan diğer Netflix yapımlarından farklı bir yerde konumlandırıyor. İkinci sezon itibarıyla The Umbrella Academy, ne yapmak istediğini, ne olduğunu, daha da önemlisi ne olmadığını bilen bir diziye dönüşüyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu